Kayıtlar

Ocak, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

bu ben değilim.

Allahım ilk defa alışveriş krizindeyim sanırsam, hiç de tarzım değildir ama o çantayı gördüm göreli lanet olsun başka hiçbir çantayı beğenmiyorum, üstelik çanta almam lazım ihtiyacım da var, gidiyorum, gitmeden almak lazım ama beğenemiyorum yok o çanta benim için ilah gibi birşey oldu. Bugün gittim dokundum. (Aslında anneme gösterdim, o kadar da değil.) Öküz herifler çanta dediğin şeyin %50 indirimli hali o kadar pahalı olur mu lanet olsun. Bende de ne zevk varmış arkadaş, sanırsın başıma tepeden tırnağa zevk akıyo da, o çanta olmazsa bozulacak. Oooof, bi 5'er bişey atın da alak ya imece usulü nolaaar. Çok şımardım, bu ben değilim.

ah

ah, göremedim, gitti aklımda sahneler, dün geceden kar yağıyordu üstümüze ayaklarımız kayıyordu yürürken bomboştu sokaklar bir bizimkiler, bir de taksiciler gülüyorduk dolu dolu kahkahalar gülümsüyordu gözlerimizin içi meğerse son olabilirmiş, bilemedim bir çakmağın ışığında gördüklerim hapsolmuş beynime kokusuyla fakat biri almış kalbimi yoruyor ellerinde tutamıyorum akıyorlar gözlerimden bilemedim son olabilirmiş ah, ihtimaller yoruyor adamı

Bin Muhteşem Güneş

Sevmeye korkuyorum bu adamın kitaplarını. İnsanlar popülerin çekiciliğine kapılmışım da gitmişim, ya da duygu sömürüsüne aldanmışım falan gibi düşünecek diye sanırım. Ne yalan söyleyeyim, ilk kitabını beğenip aldığım ikinci kitabını da pek beğendim ben. Pms etkisi de olabilir ama 200 sayfa birden okuduğum gece ağladım da üstelik. Türk filmi gibi düşünün, değişik karşılaşmalar, nihai hesaplaşmalar, acılar, yalanlar, aile ilişkileri, yanlış anlamalar var kitaplarında, aşk var, ama bunların ardında bir de devir var, Afgan halkının yüzleştiği. Savaşın ortasında çok karılı adamlar, küçük yaşta evlendirilen kızlar, burkaların altından dünyaya bakan kadınların ezilmişliği var, şeriat var, yerlebir olan şehirler, canını kurtarmak için ülkesini terkedenler, stadyum infazları var. Erkeğe bile şort giydirmeyen bir zihniyet var. Üstelik, hoşuma gitmiyor ama, bir İngilizin, Amerikalının kitabını okur gibi olmuyor, çünkü Rumi'den Tebrizi'den bahsediyor hikayeye dokundurarak, Nasreddin Hoca&

belki

Dansedebilirdik bugün, camekanlar yok olabilirdi, müzik yumuşayabilir, ışıklar sönükleşebilir, ve dünya etrafımızda dönebilirdi bir kaç saniyeliğine de olsa. Dansedebilirdik bugün, ama onun aklına gelmedi.

komşu

Alt kat komşumuz var bi, çıldırtır beni. Aslında başlı başına bi yazının konusu olmayı da haketmiyor değil, ama sevmem ben bu komşuyu. Aklımın var bir de komşusu, arada gelip hikayeler anlatır bana, onu severim ama. Karman çorman hayatı, yarım kalmış istekleri, hevesleri, hayal kırıklıkları falan. Anlatır durur sevinçlerini. Kendisi de değişir çokça. Bir geldiğinde bir arkadaşımın kılığına bürünür, bir geldiğinde tanımadığım biri, yabancının teki. Bazen masalcı gibidir, etrafımdaki hayatlardan ortaya alevli bir meyve tabağı yapar getirir, bazense gerçekten masalcı gibidir, gerçeğe paralel, ama gerçek değil, resmeder durur. Bugün uğradı bir 10 dakika. Kahvemi içmeye gelmiş. Deli midir nedir, aynen bizim alt komşu gibi kahvesini içmeye gelirken, kahvesini almış da gelmiş. "Komşu hanım", dedim, "bizim evde kahve yok mu sanki?". Dedi, "kahvem acı bugün.". Anlamadım. Boşverdim. Deli, dedim içimden, aynı alt komşumuz gibi delirdi bu da yalnızlıktan. Dedim, &quo

paranormal activity

Resim
Geçenlerde bahsetmiştim en son gittiğim 'korku filmi' diye nitelendirilebilecek filmi ilk 15 dakikasında terkettiğimden ve korku filmi izleme konusunda hiçbir sıkıntım yokken bu olay yüzünden kendimi sorguladığımdan. Bugün bir gaz gidelim dedik bu filme, başta biraz tırsmadım değil yine rahatsız olursam diye ama korku filmlerindeki ses gelen yere doğru gidilmezse olmaz misali üstüne gidicem ya korkumun, gittim. Sinema dergisindeydi sanırım okumuştum filmle ilgili detayları. Blair cadısına benzetildiğini, filmin ilk gösteriminde filmin yarısında insanların salonu terkettiğini, sözde gerçek bir hikayeye dayandığını, aslında aynı filmin ikinci çekimi olduğunu, vs vs. Bir kere çoğu 'korkarım' diyen insanın bence rahatlıkla izleyebileceği bir film bu, çünkü filmin inişleri ve çıkışları var, gece karanlıksa, gündüz de aydınlık. Biraz gerilip sonra bir şey yaşanmayacağını bildiğiniz sahnelere geri dönüyorsunuz. Zaten o gerizekalı erkek arkadaş mevcutken, ah işte tam da sıradan

ayın 21'i

Resim
I'm fine. bi de: http://www.formspring.me/thisisamie

ayın 21'i demek, döneme elveda demek

Perşembe sabahı karşılaşın benimle, bu kadar enerjik, bu kadar mutlu bir insan daha göremezsiniz.. Gel lanet olası perşembe, gel artık!..

onun bunun çocukları

Şimdi ağlarken yazıyorum bunları. Normalden daha da fazla duygusalım yani şu an. Belki sabah yazıyı tekrar okuduğumda hislerimi farklı bulabilirim, emin değilim ama, herhalde hayatımda ilk defa birileri için beddua ediyorumdur ben. İlk defa beddua etmek bildiğin, ilk defa birileri kendilerine beddua ettiriyor bana resmen. Biliyorum gereğinden fazla kırılgan olduğumu, ama bunun sebepleri var, bunu da biliyorum, yok yere dökmedim tonlarca gözyaşını zamanında, ve azalmış olsalar da, dökmüyorum hala. Bir çok insanın payı var bunda. Ergenlik egoları arasında harcandı benim kalbim desem, yalan olmaz. Bundan ne kadar etkilendiğimi insanlar sadece tahmin edebilirler. Abarttığımı düşünürler. Etkilendim. Toparladım, ama böyle biriyim işte ben. Ben böyle oldum. Ve daha da iyiye gidiyorum her geçen gün bu konuda. Her geçen gün daha güçlüyüm. Herkes anlamak zorunda değil, herkese açıklamam da güç zaten bunu. Şu an daha çok kırgınlığımdan, ve sinirimden ağlıyorum. Sinirim, birilerinin haksız yere ke

üstümden bir tren geçti

Gerçi henüz bitmedi ama acılı kısmı atlattık en azından. Okula girdiğimden bu yana hiç bu dönemdeki kadar zorlandığımı, hiç bu dönemdeki kadar her şeyin üstüste bindiğini ve hiç bu dönemdeki kadar yorulduğumu hatırlamıyorum! Biz bu duruma kısaca finaller diyoruz. o 3 gün nasıl geçti bir ben bilirim, bir de tayfa bilir, allah düşmanıma göstertmesin (ama 2 kişi var onlara göstertebilir. evet. oh). Bugünse adeta bir lohusayım. Ardarda izlediğim dizi bölümü sayısı baya bi oldu. Yatağın içinde laptop'ın tozlu fanının yarattığı ısıyla ısınmaya çalışarak dizi izleyen bir camışım bugün. Evet. Çok fazla beypazarı kurusu ile şuursuz tıkınmasam iyi olacak yoksa finallerin akabinde yuvarlanarak gezmeye başlıcam bir patates gibin. Bir, patates, gibin. Erasmus desen yordu beni yordu daha gitmeden yordu vallahi. Kağıt peşinde koşmaktan helak oldum. İşte bu sırada üstümden bir tren geçti bi de. Bi bitsinler işte o zaman .. O zaman ne. Of. Öyle bir bölümdeyiz ki, ödevsiz sınavsız kalınca kendimizi

kahve.

Resim
Çok sıktım bu akşam kendimi ben. Anlayamadım da, çözemedim de. Kahveden nefret ederim ama, bağırmak istiyorum önüme bir bardak kahve koyup, ısıtana kadar. Bugün acı. Kahve gibi bugün. bi de: an itibariyle bir senedir yazıyorum bu blog'a. vay anasını.

bağladınız.

Bağlamışlar bizi buraya sımsıkı iplerle. Birisi ellerimizden tutmuş, birisi kalbimizi almış avuçlarının içine, birisi beynimize hapsetmiş kendini, diğeri saçımızdan çekiştiriyor, birisi omuzlarımızda yük, birisi ayağıma ağır gelen botlarım gibi yere bağlıyor ayaklarımı, bir diğeri ise mideme kelebekler koymuş, diğeri gözlerimi daldırıyor uzaklara, öbürü güldürüyor her haliyle, bir tanesi de misafir gelmiş hayatıma, bavullarını koymuş üzerime. Kimisi geçmişte kalmış, kimisi gelecek vadetmiyor, kimisi güneşli pazartesiler sunuyor, kimisi sonsuzluk, kardeşlik, dostluk kelimelerini fısıldıyor. Bağlamışlar bizi buraya sımsıkı iplerle. Kimini görmekten, kimini düşünmekten, nice yerleri arşınlamaktan ve havasını solumaktan Ankara'nın alamıyor insan kendini. Kışları soğuk ve kar yağışlı, yazları sıcak ve kurak. Bağlamışlar bizi yıllardır, azar azar, çaktırmadan, sımsıkı. İpleri kesip atmanın vakti şimdi, Ankara'yı solumadan nefes almanın vakti, tüm sıkıntılardan, beynimize dolup kafamı

bürokrasi, senden nefret ediyorum

Of pof derken yarısından çoğunu geçtik bürokrasi engellerinin. Bu da demek oluyor ki 4 şubatta Prag yolcusuyuz artık, kesin. Seviniyorum Korkuyorum Heyecanlanıyorum Üzülüyorum Sonra yine seviniyorum Gidiyoruuuuuuuuuuuuz diye bağırırken, "hayat maksimumda!" hareketi yapmak istiyorum, ama sanırım kanepeye kucağında laptopla uzanmış bu satırları yazan bir ben de fena değil. Değil değil.

midas.

Sır tutmanın neden zor bir şey olduğunu düşünüyordum bugün. Bir şey öğreniyorsun, özellikle söylenmemesi gereken biri var. Çok hayati bir mesele de değil. Dedikodu gibi daha çok diyelim, işi masumlaştıralım. Tamam söylemiyorsun, tutabiliyorsun içinde, zaten normalde aklına bile gelmeyecek olan bu bilginin, "sır" damgası yiyince sürekli akla gelmesini geçtim, ama "Midas'ın kulakları eşek kulaklarııııııııııı" şeklinde yankılanıp durması var bir de içindeki kuyuda. İçinde patlamak üzere olan bu şeye dayanıyorsun, tutuyorsun içinde de, buna dayanmayı bu kadar güç kılan ne? Daha doğrusu o söyleme arzusu nereden geliyor, diye düşünüyordum. Buldum. Bence sır tutmayı en zor kılan şey, söylediğinde söylediğin kişide yaratacağı etki. Eğer şaşırtacak bir şeyse özellikle, "hadi lan!" dedirtecekse, gel de tut sen bu sırrı. Muhabbet oraya yaklaşır, dilinin ucuna geliverir, zararsızdır da üstelik, hem de en güzeli olacaktır, sen söyler söylemez gözler faltaşı gibi aç

araf

Başka bir yerdeyim şimdi ben, gerçekle hayalin beraber varolabildiği, gerçeğin kısa bir süreliğine de olsa yokmuş gibi yapılabildiği, ve saçmalığına, olmazlığına, ve bütün olumsuz yönlerine rağmen hayalin yaşanabildiği bir yerdeyim. Belki uyanığım, ondan çektiğim bu sancı, bu karışıklık ve tüm ağrılar, Belki de uykudayım, uyandırmayın..

good together

Şarkılar fena yapar adamı, şarkılar kalbe düşürür çoğu zaman duyguları. Şarkılar besler duyguları, dinlememek lazımdır bazen şarkıları, sessizlik büyütmez çünkü hiçbir şeyi, sessizlik yönlendirmez, sessizlik susar. Dinlememek lazımdır ki insan istemesin, insan özlemesin. Sorgulamak istemem kendimi. Nereye dökeyim ben içimi. Sıkıldım biraz, sıkkınım. Anlayamadım kendimi, şarkılardayım.

dönüşüm.

Resim
Bana Gregor'u hatırlattı bu 'gerçek'. Aynı Sakal'ın tuvaletinde gördüğümüz böcek gibi. Zavallı Gregor.

sonrası.

Resim
Kafam karışık, kafam dolu yapılacak işlerle, ağrımakta kafamın sağ tarafı, ve yorgunum. Bazen boşvermişin, bazen delirmişin, bazen de paranoyağın teki olup çıkıyorum. Önemli mi? Deliysem farkında değil, paranoyaksam emin değil, boşvermişsem de umrumda değil. Bazen kendimi anlayamıyorum. Her şeyi yapabilir kapasitedeymişim, yakarım Roma'yı da yakarım nidalarıyla yerle bir edebilirmişim her şeyi gibi gelirken bazen, bazen de sobasının yanında rutiniyle mutlu, yemek yiyip yatmaktan dombili olmuş, patisini kaldırmaya mecali olmayan zevzek bir kedi gibi bişeyim. Dün felaket senaryolarımın hiçbirisi gerçekleşmedi, phantasmagoria in two'nun uzun süre gerçekleşeceğine inandığı gibi, bir depoda yanarak öledebilirdik bile, ama ufak bir anlaşmazlıkla atlattık geceyi sanırım. Hatta ünlü bir abimizin de dediği gibi, çoh iyi oldu, çoh da güzel oldu. Sonuç, mutluyum. Mutluluğum bulaşsın etrafımdakilere. Dün gece çağırsın lostehanu ile bana Prag'da bulacağımız mutluluğu.