Kayıtlar

Kasım, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

garip bi şarkı

şimdi yürekte kuyu, kuyuda et kemik ve yaralı yamalı bir çıkrık sesi seni ağladık aynı kahvenin köşesinde günlerden pazartesi

git eşyalarını topla. düşler boş oturtmaz insanı.

Uzun zamandır farkettim ki ne kitap okuyorum doğru dürüst, ne film izliyorum. Vaktim yok gibi geliyor ama gerçekten yok mu ondan da emin değillim. Kendimi kandırıyor olabilirim. Geçenlerde kitap okumaya geri döndüm. Film izlemeye de döneceğim umarım. Kitabımı yarılamıştım ki o sırada da mir yeni bir kitap bitirmiş, okurken hep ben gelmişim aklına, beni düşünmüş. bu kitabı sana versem okur musun dedi. okumaz mıyım be adam! seviyorum ülen. seviyorum.

hasta ve yaşlı kadın

merhaba. buranın son derece public olması, benimse kimse okumuyormuşçasına yazmam, ama yine de "hitap ediyor" olmam çok enteresan değil mi? kimsenin okumadığı gerçeğiyle yüzleşirsem az önceki cümlemle tam bir deliyim. az önce ortalığı karıştırıyordum baktım şöyle bir şeyler karalamışım zamanında ben.  http://resistancefailed.blogspot.com/2012/05/efes-one-love.html böyle önceden bir şeyler söyleyip de tutunca kendimi medyum falan sanınca çok mutlu oluyorum ne saçma di mi? medyumlukla falan alakası yok da, umduğum gibi olunca mutlu oluyorum ondan. işin aslı efes one love bok gibiydi, ama damien rice süperdi, bi de ben gerçekten mutluydum çünkü yanımda en sevdiklerim, kalbimde uzun zamandır beklediğim biri vardı, ne güzeldi gerçekten de. cheers darling!

merhaba

korkacak bir şey yokmuş, işler yoluna giriyormuş, güzel şeyler , güzel insanlar hala varmış, insan yenilmiyormuş. merhaba dünya.

sipariş üstüne

Gerçekten istediğim hayatı yaşayabiliyor muyum, ilgimi çeken şeyleri yapabiliyor muyum, yoksa sabah 8 akşam 5 buçuk derken ömrüm geçip gidiyor mu, diye rutin hayat sorgulamamı yaparken bir soru daha sordum kendime, elimde olan bir şeyler yok muydu? Hayat üzerine ahkâm kesmek için gencim belki, ama kendi yaşadığım kadarını değerlendirmeme bir engel yok değil mi? Bana sorarsanız hayat hep koşturmacalar içinde geçiyor, kimsenin hiçbir şeye vakti yok, hep yetişmemiz gereken yerler, yapmamız gereken şeyler var. Tüm bu koşturmaca içinde gerçek birer modern hayat kölesine dönüşüyor, yağan yağmurun güzelliğini görmektense ıslandığımıza lanet ediyor, geçtiğimiz sokaklara, kaldırımlara bakmıyor, her gün karşılaştığımız yüzleri fark etmiyor, saatleri takip edip, alarmlarla dost oluyoruz. Her günün akşamında hayal kırıklığına uğruyor, sonra da suçu kalabalığa ve trafiğe atıyoruz... Tüm bu koşturmacanın içinde yemek yemeye bile vaktimiz olmadığına kanaat getiriyor, Fast Foo

mayıs - haziran dolayları

Yine, yeniden aynı yerdeyim. Aferin bana.Yine sürükleniyorum sonunda mutsuz olacağımı bile bile. Yine düşünmeden. Yine aynı saflıkla. Aynı cahillikle. Gülüşlerin suçu oluyor hep önünde sonunda. Güzel gülenler mi çalıyor kalbimi, kalbimi çalanların gülüşleri güzel mi gelmeye başlıyor bilmem. Gülmek güzel şey.

susmak

Bana olmaz, benim başıma gelmez dememeli insan. Derse hayat ona çok güzel öğretiyor çünkü dememesi gerektiğini. “Gel” diyor, “bir diz çök bakalım önümde. Yalvar biraz. Sen biraz debelen, ben belki affederim…” Dönüp duruyor gibiyiz değil mi aynı şeyin etrafında? Aynı yerden her geçiş sadece birkaç kırışıklık, biraz daha az kahkaha, daha az dost, ve zorunlu olgunluk olarak dönüyor sanki insana. Çocukken parklarda binilen, dönen oyuncaklar gibi. Oturup ortadaki sabit direksiyon etrafında kendini çevrendeki her şey suluboyayla karıştırılmış gibi olana dek çevirirsin. Her dönüşte aynı manzara, sadece biraz daha silik, biraz daha karışık, biraz daha yorgun… Miden bulanır sonunda. İki melek varsa eğer insanın omuzlarında, hep savaşmıyorlar diye düşünürüm. Bence bazen ikisi birlik oluyorlar, enteresandır ama uzlaşıyorlar. “Sus” diyor ikisi de. “Bunları anlatma.” Sus ve olan biteni, öfkeni, kızgınlığını, kalbinin kırıklığını, aptallığını anlatma. Bazen anlatamazsın. Anlatmaman da

pes.

Bu kadar mantıklı olup bu kadar duygusal olmamalı insan. Başı ağrıyor sonra. Ya heykel olacaksın ya oyun hamuru. Öyle değil mi? İkisinin ortası hiçbir işe yaramaz. Başım ağrıdığı zamanlarda kendime çok kızıyorum. Sanki elimden bir şey gelirmiş gibi. Ve kızdıkça ben daha çok ağrıyor sanki. Al sana der gibi. Moral bozukluğu falan tamam da, fiziksel olarak sağlam olmayınca insan, katlanası da gelmiyor hiçbir şeye. Başının sağ köşesinden dışarı çıkmaya çalışan bir şeyler varken, eeh, sikerler, diyorsun… Diyemiyorsun. Üzülmek için çok gencim. Mutsuz olmak için çok küçüğüm. Kaybetmek için daha çok yolum var. Henüz çok erken. Ve ben pes edenlerden değilim.