susmak
Bana olmaz, benim başıma gelmez dememeli insan. Derse hayat ona çok güzel öğretiyor
çünkü dememesi gerektiğini. “Gel” diyor, “bir diz çök bakalım önümde. Yalvar biraz. Sen biraz
debelen, ben belki affederim…”
Dönüp duruyor gibiyiz değil mi aynı şeyin etrafında? Aynı yerden her geçiş sadece birkaç
kırışıklık, biraz daha az kahkaha, daha az dost, ve zorunlu olgunluk olarak dönüyor sanki insana.
Çocukken parklarda binilen, dönen oyuncaklar gibi. Oturup ortadaki sabit direksiyon etrafında kendini
çevrendeki her şey suluboyayla karıştırılmış gibi olana dek çevirirsin. Her dönüşte aynı manzara,
sadece biraz daha silik, biraz daha karışık, biraz daha yorgun… Miden bulanır sonunda.
İki melek varsa eğer insanın omuzlarında, hep savaşmıyorlar diye düşünürüm. Bence bazen
ikisi birlik oluyorlar, enteresandır ama uzlaşıyorlar. “Sus” diyor ikisi de. “Bunları anlatma.” Sus ve olan
biteni, öfkeni, kızgınlığını, kalbinin kırıklığını, aptallığını anlatma. Bazen anlatamazsın. Anlatmaman da
gerekir. Öylece içine atarsın. Susunca hem kötü hem iyi oluyorsundur ya, iki melek de memnundur,
ve garip olan da odur aslında.
İnsan susup da hem iyi, hem de kötü olabilir mi?
Oluyor işte.
Yorumlar