Kayıtlar

Aralık, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

yılbaşı arifesi.

Yine aynı doğumgünleri gibi fazla anlam yüklenmiş bir güne yaklaştıkça daha fazla anlam yüklerken ben, önümde bir planın olmayışının huzursuzluğunu yaşıyorum gerçekten de. Çok net ortada kalınmış, anlaşmazlıkların ve sinir bozukluklarının havada uçuşacağı bir gecede sanırım en iyisi kendimi alkole verip bir köşede oturup olan biteni seyretmek, ve bünyem elverdiğince gelen mesajlara cevap yazmak (yeni yıl mesajlarına değil, samimi bir iki arkadaştan gelenleri hariç tabi, daha çok yanımda, karşımda oturup da, sessizce söylenmesi gerektiği için atılan mesajlara). Bu sıralarda alkol sayesinde olan bitenler bana daha eğlenceli görünebilir, sırıtan bir maskenin ardına saklanabilir, ve "ancak alkolle eğlenebilen gerzek topluluklar" oluşturmaya bir adım daha atabilirim. Ben, kendim, tekbaşıma, evet. Daha geçenlerde biraz kalabalık olunca başımıza neler geldiğini gördüğüm için, canımı sıkmam çok da yersiz değil aslında. Öte yandan en güzel esprinin biriyle alay edilerek yapıldığına in

burunları kırmızı.

O kadar zamanı beraber geçirip, yine de bir şeylere özlem duyuyor olmak garip değil mi? Üstelik bu özlem duyulan şeyler, basit şeyler. Bana göre basitler tabi. Hoş, bu kadar basit olsalar, yapar geçerdik belki de çoktan? Özlediğim basit şeyler. Anlayamadım ben. Daha zorlarını yapabiliyorken, nedendir arada kaynamaları? Zaman mı yok, yoksa önemsiz mi sandık biz bunları .. Çok zor olmamalı karşılıklı oturup sıradan bir yerde, tüm o kalabalığın gürültünün içinde çayımızı yudumlarken birbirimizinkinden başka ses duymamak. Ya da çok zor olmamalı elele tutuşup burunlarımız kırmızı yürümek biraz. Bir filmin vizyona girmesini aynı heyecanla bekleyip, sinemada birlikte seyretmek. Belki birer sigara yakıp, bölümden fiziğe kadar aheste aheste yürüyebilmek konuşmadan. Portakal suyunu yudumlarken sevinebilmek, ve planını yapmak ocakta demlenmek üzere olan çayın. Oysa yalanlar bile söylüyorum ben denk getirmek için programları. Benim için artık sıradanlaşmış büyük büyük yalanlar. Söylendikçe küçülen

pop!

Başlık ilk bakışta bir bilgisayar mühendisine stack mekanizmasını hatırlatıyor evet, ama aslında derdim pop şarkıları. 1 haftadır falan sapık gibi bir şarkıya taktım gitti. Üstelik şarkı da anlatılan hikaye ile hayatımın uzaktan yakından alakası yok. Bir kere acı çekmiyorum, birisi tarafından derinden yaralanmadım, özlem çekmiyorum, kimseyi beklemiyorum, karşılıksız bir aşkın içinde değilim, ne bileyim isyan etmiyorum falan, ama şarkının sözlerini bi benimsemiş söylüyorum ki kendime şaşırıyorum. Nasıl lan? Yokluğun kör karanlık! diye insan içten içten nasıl söyleyebilir gözleri dala dala, sağa sola kaykıla kaykıla (bkz. şarkının içine girmek) hissetmediği bir şeyi. Hayır kimin yokluğu mevzu bahis, onu çözebilsem bi. Ben anlamadım, anlayan varsa bana anlatsın.

duşta işeme.

Resim
Sen de yapmadın mı? Bak, meğerse dünyaya bir katkın varmış.

insan ilişkileri

Büyüyoruz, okuyoruz ve öğreniyoruz ya kuralları, formülleri, geçmişi, bi bok öğrendiğimiz yok aslında. Kimse insanların kimyasını formüllere dökemediği sürece, sosyal hayatta okumayı bile bilmeyen birinden hiçbir farkımız yok. Karşımızdakinin harflerine anlamsız anlamsız bakıyoruz, bir bütün oluşturup kelimelere, cümlelere dönüşmüyor harfler. Bir tek tecrübe kalıyor insana, o da sonsuz olasılığın içinde, o tecrübenin işe yarayabileceği olaya denk gelmeye bakıyor. Herkesin ulaşmaya çalıştığı şey mutluluk aslında, kimisi parayla mutlu oluyor, kimisi gezdiği gördüğü yerlerle, kimisi içtiği alkolün miktarıyla, kimisi ne kadar piç olursa o kadar mutlu oluyor, kimisi aşkla, kimisi nefretle. Ne yaparsak yapalım peşinde koştuğumuz şey çok kere söyleyince anlamsızlaşan "mutluluk" kelimesinden ibaret. Mutlu olmayınca dünya dönmüyor, aydınlık bir gün manalı gelmiyor, yataktan çıkmak için bir sebep doğmuyor. Rüyalar umutlandırıyor, gerçek üzüyor. Hocam diye bir site vardı (gerçi hala var

Küstüm. Oynamıyorum.

Çok sinirim bozuk bugün. O kadar canım sıkıldı ki şu saçmasapan işe, delirdim resmen. Bırakasım var okulu tam şu an. İki dakka ayağımızı uzatıp dinlenemicez mi arkadaş. Biri biter biri başlar, bazen daha diğeri bitmeden başlar. Amele amele işler. 2 hafta oldu hala iyileşemedim zaten. Şöle gaza gelip Eddie Vedder şarkıları eşliğinde Into the Wild yapasım var. Lanet olsun ya şu boşa giden saatlerime, günlerime lanet olsun, yorgunluğuma lanet olsun ya. Bir şeye "let it go" diyemeyen gerizekalı bünyeme de lanet olsun. Anne babamın başarılı öğrenci sorumluluğunu yükledikleri güne de lanet olsun. Adam gibi ödev metni yazmayan input output vermeyen asistanlara da lanet olsun. O sınavları ödevleri çakıştıranlara da lanet olsun. La asıl öss ye girip o kadar soruyu çözen bana lanet olsun. Ya küçükken düşüp kafamı bi yerlere çarpıp aptal olsaymışım ne varmış ya. Ne varmış yani, ne işim var Odtü'de benim, ne işim var bu bölümde ya. Hepsine lanet olsun. Gidiyorum ben. Küstüm.

TV izleyici ölçümü.

Başlık ne kadar masum duruyor değil mi, neymiş, TV izleyici ölçümü. Sempatik bile hatta. Aslında, bildiğin reyting işte. O kimilerini uğruna saçmalatan, kimilerininse derdine düşmeden de başarılı olunabileceğini gösterdiği şey. Şey tabi. Biz de alet olduk ailecek reyting safsatasına. Anket falan yapmışlar geçenlerde, bugün de aramışlar evi, bi alet edevatlar takıcaklarmış yarın. Enteresan bir şey tabi. Yalan dolan çok gerçi bu işlerde ama yine de benim izlediğim şeyin de adamdan sayılması fikri fena gelmiyor tabi insana. Daha doğrusu tam sebebini çözemediğim çocuksu bir heyecan söz konusu. Hani hep duyuyoruz reyting reyting, işte bilmem kaç hanede yapılan ölçüme göre prime time birincisi, zart zurt, e şimdi o hanelerden biri de biziz işte ya, aradan saatler geçtikten sonra bir kafede çok ünlü biriyle yanyana oturduğunu farketmek gibi bi heyecan. O çok ünlüydü ama, aynı yerde çay içiyosunuz işte, oturuyo o da senin gibi, napsın. Valla ben benzettim bunu siz de benzettiniz mi ki acaba? H

yoruldum ulan.

Bırak yakamı artık bölüm. Yoruldum, yordun beni. Aptal olmak vardı, aptal, ve mutlu olmak. Hoş, farklı bir açıdan bakılırsa Steve Jobs usulü, "aç kal budala kal" da var gerçi ama.. Hem motive ediyor bu konuşma, hem de düşüncelere salıyor insanı. Karnını doyurmak ya da akıllıca davranmış olmak uğruna sevmediğin işi yapma! Tamam da, .. pff neyse. Uzun bir konu bu.

Domuz gribi.

Hiç ciddiye almadım nedense domuz gribini. Bize bulaşmaz, ya da bulaşırsa da atlatırız gibime gelmişti. Önemsemiştim salgın uyarısını ama korkutmamıştı beni. Önlem aldım, dikkat ettim, ama çok da inanmadan hastalık kapma ihtimaline, ihtimalime. Annem pürel almış ama onu çantamda taşıdım mesela. Pimpirikli bir insan evladı imajı çizdim ama aslında bazen evde bilgisayarın karşısında bir şey yedikten sonra banyoya gidip elimi yıkamaya üşendiğim için pürel kullandığım olmadı desem yalan söylemiş olurum. Evet. Pürel benim için uzaktan kumanda gibi bir şeydi aslında. Bayramın üçüncü günüydü sanırım, önceden kendini hafiften sezdirmişti hastalık, hasta oldum. Hala da iyileşmedim. Domuz giribi değilim, ama uzun süredir hiç bu kadar ağır hasta olmamıştım, ve olmadığımdan emin olana kadar aklımdan domuz gribi miyim lan acaba diye geçirmedim değil. İşte tam o zamanlarda ciddi ciddi bir göt korkusu başladı. Sen domuz gribini ciddiye alma, seni böyle yola getirirler işte dedim içimden, bi ara gerçe