Kayıtlar

Mart, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

elinde de budweiser var üstelik

Resim
Sanırım artık kurbağa olmanın vakti geldi.

mezun

“If a fiddler played you a song, my love…” diye başlar çok güzel bir şarkı, ve bilirsin bana bizi düşündürür. Bilir misin ki yakın olayım, uzak olayım, tekrar tekrar dinlediğimi bu şarkıyı, ve dinlerken dağınık bir odada çok da temiz olmayan bir tavanı, büyük bir huzur ve yanımda atan kalbinle seyrettiğimi hayal ettiğimi... Ne zamanın önemi vardır o an, ne de mekanın. Saatler geçer ve ben sıkılmam, ne evime gitmek isterim, ne temiz hava almak, yeter bana orada olmak. Ölüyormuşumcasına gözümün önünden geçer sahneler, senle olmayanları kovar, olanları başa sarar tekrar tekrar izlerim. Kendimi dinlemeye çalışırım, içimde huzurdan başka çok da kıymetli bir şey bulamam o an. Şimdi bir veda yazısı mı olmalı bu yıllık yazısı? Ya da bölüme, okula dair anılarımızdan mı bahsetmeli miyim? Bir Seha Can konserinden başlamam gerekir eğer öyleyse, Seha Can’ı mı izlemiştim yoksa seni mi? Yağmur yağarken şöyle bir bölüme doğru yürümemiz gerekir, ve yazdığım bir kağıt parçasının, bölümün köşesini döndü

avrupa görmüş.

Kişisel gelişimini henüz tamamlamamış, ya da gelmeden önce bir takım özgürlüklere sahip olmayan insanların erasmus'tan döndükten sonra neden sapıttığını anlamak çok mümkün. Çünkü bana kalırsa erasmus hangi ülkede hangi şehirde yaşanırsa yaşansın, farklı bir zaman dilimi, farklı bir hayat biçimi, kesinlikle. Yaşananların her yerde aynı olduğuna, ve geldiği yerde ne kadar özgür olursa olsun herkesin erasmusu çok eğlenceli, dersler açısından kolay, ve şahane bulduğuna eminim. Demek ki Prag'tasın, ya da başka şehirdesin, farkı yok, erasmus ol yeter. Bu bizim hayatımız, Prag'ta özerk bir bölgede yaşanıyor gibi. Üst katında kalan sıradan Çek öğrenciler aynen benim Ankara'da sürdüğüm hayatı sürerken, ben yurda sabaha karşı 4'te dönüp kapıda kalabiliyorum. Zor değil anlaması, daha doğrusu şimdi anlıyorum döndüğünde değişenlerin neden değiştiğini. Değişmemek dileğiyle.

mutsuzluk

Teoman'ın Kıskançlık isimli şarkısının mutsuzluk ile değiştirildiğinde bana çok uyduğunu farkettim. Ve mutsuzluk Bu zayıflık anında Bir aşkın komasında Mutsuzluk arttığında durmaksızın damarlarımda Sen ilacımsın Susuz yuttuğum Bir türlü gitmeyen, ne yapsam da bogazımda

msn ve aile

Erasmus'un sevmediğim bir yönü varsa o da beni blogumdan ayrı düşürmesidir. Yağ çekmiyorum, vallahi öyle. Nedense bi konsantrasyon eksikliğim var burada benim, hatta lostehanu da şikayetçi bundan, bana söylediği şeyleri duymadığımı iddia ediyor, daha neler. =) Yine Erasmus'ta olmanın garip getirilerinden birinden bahsedeceğim ama bunun için biraz gerilere, babamın ilk msn hesabı aldığı güne dönmem gerekiyor. Kendisi beni eklemişti, ve doğal olarak ben de kabul etmiştim. Bu bir hata mıydı? O an bilemedim ama ertesi gün babamın iletimde yazan 2 kelimelik şarkı sözünü meraklı bir şekilde sormasıyla hatamı farkettim. Kendisi sadece merak etmişti ama bu beni rahatsız etmeye yetmiş ve artmıştı bile. Ne mi yaptım, engelledim. Evet. Bu nasıl bir yozlaşmadır yarebbim, babamı msn'de engelledim? Zamanında yapmam gereken sorgulamayı o an yapıyordum, babamın msn'de ne işi vardı, neler oluyordu, ben babamı engelliyordum ve bu beni rahatsız etmiyordu? O an bunun devamının geleceğini b