Kayıtlar

Eylül, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

frenzy

Resim
Çok kere düşünüyorum böyle yazılar yazmaya başlamadan önce ama fikir belirtmemde sanırsam bir sakınca yok. Sonunda ellerim geri gitmedi ve yazıyorum. Alfred Hitchcock'un 1972 yapımı filmi, Frenzy. Sondan da ikinci filmi hatta. Dvd'lerde yapılan indirimi gözardı edemeyip iyi ki de almışım. Sıradan izlemesi pek keyifli oluyor Hitchcock filmlerini. Bu filminde kurbanlarını kravatıyla boğan bir katille karşı karşıyayız. Çok uğraştırmıyor Hitchcock sizi, filmin sonuna kadar kıvrandırmıyor da, başından sonuna biliyorsunuz katili, ve bu gerilimden kurtulup filmi izliyorsunuz. Belki de bu yönünü seviyorum bu yönetmenin. Direk, ve net geliyor bana. Özellikle film sonları, başta bana çok enteresan gelmiş olsa da, anlatmak istediğini anlatıyor, ve bitiyor film. Belki sonrası çok tahmin edilebilir olduğu için, belki de herkesin kendi hayalgücüne bırakmak için. Ama ben seviyorum o şekilde bitişlerini filmlerinin. Pat diye. '1 hafta sonra'larsız. Ya da karakterlerin hayatlarına tekra

sometimes

sometimes, the only thing left to do is warp your arms around each other one last time and then just let go.

özlemek

Bence birinden bir süre ayrı kalmanın da ölmeninki gibi 5 evresi var... Önce inkar ediyorsun, inanmak istemiyorsun ayrı kalacağına. 2 ay yaz tatili, 6 ay yurtdışı, istemiyorsun bunların gerçek olmasını. Sonra öfke leniyorsun, neden ayrı kalmak zorundasın ki sanki? Bu şekilde çizilmek zorunda mı planlar? Neden istediğin gerçekleşemiyor da katlanmak zorundasın ki? Sonra pazarlık etmeye başlıyorsun. Bazen zamanla, 'hadi çabuk geç' diyorsun. Bazen hayatla ediyorsun pazarlık, 'o gelsin, başka bir şey istemem' diyorsun. Bazen beklediğinle, 'çarşamba değil de, salı gelsene?' diyorsun. Sonra bakıyorsun hiçbiri olmuyor, illa ki ayrısın işte, çok üzülüyorsun bu sefer.. Kafanı takıp, sürekli düşünüp, sürekli bekliyorsun, hayal kurup kandırıyorsun kendini, olmuyor, yıkılıyorsun. ( depresyon oluyor ölürken bu.) Sonra .. kabullenmek oluyor tek çaren. Kabulleniyorsun. Bilmem, belki de beklerken ölüyorsun. 5 evresi var ayrılığın da ölüm gibi. Ölürken kabullendiğinde, artık y

tip

Hani şöyle tipler vardır: Böyle keyfekeder şeyleri yapıp da sonra bi de ondan memnun olmayan tipler. Car car konuşur da atar tutarlar falan bi de üstelik. Sevmiyorum sizi. -Bu mekan bok gibi abi, bişey yok burda yaa ama geliyoruz ööle E gelme o zaman! -İzmir var ya şahane, Ankara güzel diil abi yaşanmaz burda Niye geldin be o zaman Ankara'ya gezmeye, işin yok gücün yok burda? -Var ya Facebook bok gibi paso video paso video hayret bişe yaa E kapat üyeliğini. -Sevmiyorum ya ben öle artis tipleri.. Artislik yapma o zaman!

evlilik

Yahu daha kaç gün önce yazdım yaşla ilgili bişeyler, yazarken de aklımdan geçirdim 'acaba ? ' diye. Yok canım dedim. Daha neler. Yok canımı falan yokmuş. Gerçek oldu. Arkadaşım evleniyormuş bitane. Yakın arkadaşım değil, ilkokuldan arkadaşım taa. Buluşma ritüellerinde senede iki üç kere anca gördüğüm bir insan. Evleniyormuş ama işte. Ve ben, davet edildim. Düğüne. Arkadaşımın. Yaşıtımın lan! 'Ne acelen var a kızım, daha okul bitmeden?' diye sorasım geliyo olsa da 'ahh mutluluklar' falan diyeceğim muhtemelen. Damada kaçamak bakışlar atıp bağlantılar kurmaya çalışacağım, teyzeler ve amcalar meraklı gözlerle erken gelişen düğünün sebepleri üzerine teoriler uydururlarken. Ya da daha fenası belki de teori meori uydurmayacaklar, zaten normal olacak bu onlar için! Düğünü facebook'tan duyurması da cabası. Facebook'tan nikah duyurmak, davetiyenin resmine davet edilenleri tag'lemek falan da yeni çağın modası olsa gerek(!). . Gitmeliyim bence. Nedense bundan s

tembellik

Resim
Tembel : İş görmeyi, çalışmayı sevmeyen, çaba göstermekten, sıkıntıdan kaçan (kimse), üşengeç. ahanda biz! Dün sevdiğim bir üçlüyle okey oynadım sonunda. Bahçeli'de. Hani varmış ya taşları kendi toplayan okey masaları, onlarla tanıştım. Çok enteresan geldi başta. Taş toplamanın da bir zevki vardı bana sorarsanız ama 2 dakikada alıştım masaya. Çok uzun sürmedi terketmem. El bitiyo, hoop alttan dizilisi geliyo. Etkileniyosun tabi. Göründüğü kadar düzgün bir şey değil. Plastik sonuçta. Ama bok atmak istemem şimdi, adamlar yapmış. Kültablası falan bile yapmış hatta adamlar köşelerine, alttan çıkıyor alengirli biraz. Çocuklar gibin şen tuşlarına bastık. Zarı bile masa atıyo. Yarebbim ne kadar tembeliz. Tembel adam yaratıcı olur derlerdi de inanmazdım, kesin acayip tembel birinin fikridir bu masa. Ama çok zevkli di mi tembel olmak? Ve ben okey oynarken anladım ki insanın içindeki tembellik her yerden pörtleyebilir. Her an. Sinsi bir şey, her an seni ele geçirebilir, değer verdiğin zevk a

balkabağı.

Doğumgünüm de bitti 2-3 saat önce. Beklememiştim aslında gelmesini. Ama insan bi bok var sanıyor doğumgünü gelince. Yok aslında. Öylesine bir gün işte. Belki hatırlandığın. Hatırlanınca bazen içten, bazen gereklilikten ağzını kulaklarına kadar gerdiğin bir gün. Kızdım ben bu güne, çünkü kocaman oldum. Onun yüzünden. Ne zaman oldum, nasıl oldum, ya da olabildim mi? Ne ara geçti bu kadar zaman. Ya da, yaş telaşı şimdiden başladı mı? Sevgili hatırlayanlarım, üzerinize alınmayınız. İyi ki vardınız yanımda sizler hatta. İki yumuşak yastık ve sevdiğim insanların varlığı (klişe mlişe, sonuçta gerçek) yeterliydi mutlu bir doğumgünü geçirebilmek için. Daha fazlasına sahiptim, ne mutlu bana! Fekat isyanım geçen yıllara. Marmaris tatili gibi, ne oldu gençler yorulduk mu şimdiden? Bana sorsan hala 17-18 falanım gibi. Hani o kadar küçükmüşüm, o yaşlardaymışım falan gibi. Ehliyet heyecanları, üniversiteye kayıtlar yeniymiş gibi. Değil halbuki. 92'lilere üniversite yolu görünmüş. Arkadaşlarım mez

priceless

ne kadar tatlılar! bi de: yoksa sen hala? bi de bi de: sevmediğim insanlara benzedim şimdi.

okey

Okeyle ilgili söylenen klasik bir şey vardır: "Oğluumm okey var ya Amerika'da zeka özürlülere oynatılıyomuş ehahheh". Çok kere duydum bunu farklı kişilerden, hatta benim başka başka insanlara söylediğim de olmuştur muhtemelen. Hiç de araştırmadım ama doğru mu diye. Öyle duyduğum anda "Hadi yaa?" dedim ve kabullendim. Okey Amerika'da zeka özürlülere oynatılıyomuş. Amerika'da özürlülere oynatıladursun okey, benim için önemli bir şeydir. Çok iyi okey oynayan bir anne babam var ne yalan söyleyeyim şimdi. Eş olurlar da bir şeyine oynarlar çok iddialıdırlar falan. Babamın enteresan okey ritüelleri, alışkanlıkları, annemin de çifte gidip okey atarak bitmek gibi becerileri vardır. E bu anne babayla büyüyünce, yazları, bazı kış geceleri, okey masalarının kenarında, bir sağa bir sola, ıstakaları izleyerek, okey nasıl önemli olmaz ki? Az kovulmadım masa kenarlarından. Babamın bir arkadaşı vardı, göçtü gitti adamcağız, "kıllık yapma rıfkı" derdi bana, kom

oda

Tutamadığında göz yaşlarını yürümek lazım biraz rüzgara karşı. Geçen arabalara takıp gözlerini değiştirmen lazım aklından geçenleri. Yürüdükçe uzaklaşman lazım düşündüklerinden, içini acıtan , sıkıştıran, ve sonunda gözlerini dolduran o histen, egzoz gazına rağmen. Oturup durursan odanda, susturamazsın ki kendini. Susamıyorum ki. Sıkıştım kaldım bu odanın içinde. Lanet olsun.

hayal kırıklığı

Hani bi güzellik yapayım dersin de elinde patlar ya. İşte o.

veet reklamı

Resim
Havuz başında hareketli bir parti. Yanık tenli, uzun bacaklı kızımız üzerinde yürüyüşünün etkisiyle havalanan tiril tiril elbisesiyle kasım kasım geçer kameranın önünden. Fekat tweety'nin ev sahibesi edasıyla bu kızımızın yüzünü görmeyiz, niye, çünkü ilgimiz bacaklarda olmalı. Dış ses bir partide ne kadar güzel olunması gerektiğinden, güzel olmanın bacak pürüzsüzlüğünden geçtiğinden, işte onu da ancak veet'le sağlayabileceğimizden bahseder hızlı hızlı. Amanın o da ne, arada şöyle bir cümle geçti: -Upuzun bir partidesiniz, ve bacaklarınız hala pürüzsüz!! Bu nası bir parti ki? 40 gün 40 gece mi sürüyo ben anlamadım. Uzun partideyiz ve bacaklarımız hala pürüzsüz. Korku filmi gibi lan, işte partiye gidiyosun saat 12'de balkabağına(!) dönüşüyosun falan. Nası yani, bula bula bunu mu buldunuz reklam sloganı diye? Ha, yok zaten veet sen anca bir partiyi garantiliyosan, bu piyasadan çekil hiç reklam meklam yapma bence. Ayrıca şu yukardaki resmi ararken aşağıdaki resmi buldum. İşte y

korku filmi

Ortaokul zamanlarıydı. Manyak mıyız neyiz, en sevdiğimiz şey korku filmine gitmek. Hatta genelde korkarlardı arkadaşlarım, bi tane ekürim vardı net, hep olan, bi de arada bi gelen, ama sürekli kimlikleri değişen insanlar olurdu. O zamanlar vizyona giren ne kadar (ucuz, saçma, gerzek, ...) korku filmi varsa herhalde hepsini gördüm. Manyak mıyız neyiz işte. Bi de küçüğüz ya bilet satmıyolardı, işte gişe görevlisi görevini ihlal etsin diye umardık, boyu uzun olan ergen daha büyük gösteriyodur gibi bi düşünceyle (yanılgıyla ?) de bileti ona aldırırdık. Nihayetinde gişe görevlisi görevini ihlal eder, ya da belki de uzun boylu genç gerçekten de büyük gösterirdi, bilemiyorum. Biz o bileti alırdık. Eve yerleşen ruhlar mı dersin, şeytan çıkarmalar mı, katil hayvanlar, cinnet geçiren insanlar mı ararsın, hepsi vardı. O günlere ait bi de adını hatırlayamadığım mısır ürünü vardı. Hani mısırın patlamamış hali, kuru. Neydi onun adı? Ondan alırdık hep On Sineması'nın karşısındaki kuruyemişçiden,

uçurtma avcısı

Bu ışık patlamalarının birinde, yaşadıkça unutmayacağım bir şey gördüm: Hasan gümüş bir tepsiden Assef ' le Veli ' ye meşrubat sunuyordu. Işık titreşti, bir tıslama, bir çatırtı duyuldu, sonra turuncu bir ışık demeti parladı. Assef sırıtıyor, işaret parmağının boğumuyla Hasan ' ın göğsünü dürtüklüyordu. Sonra, çok şükür, karanlık. ** Zendagi migzara. Hayat devam ediyor.

..

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz, İki başımız var, bir tek bedenimiz. Ne kadar dönersem döneyim çevrende, Er geç baş başa verecek değil miyiz?

n'aptın Blair?

Resim
Gözünü sevdiğim Gossip Girl, bu mu lan Manhatten sosyetesi? Daha güzel bir resim yakalayabilmiş olmayı isterdim aslında da n'olcak. Özendiğimizden değil de biz de burdan cafcaflı dizilere bakıp vay anasını falan diyoruz lükse gel, adamlar ne biçim yaşıyo falan, hani hayat görüşümüzü bi tartıyoruz, yine de izliyoruz gerçeklikten uzak bu şeyleri o ayrı, dedikodu var sonuçta içinde, kaçar mı. Fekat, bunu mu giydin lan, bu ne allah aşkına. Şu tasarlamış bu tasarlamış şu kadarmış şu markaymış, bu ne lan, o siyah çorap ne, o perde ne üstüne geçirdiğin, bu mu lan moda. İsyan ediyorum. Hani artık pahalılığından geçtim bari para veriyosun düzgün bişeye ver dimi? Cık cık. O parayı bana verseydin. Evet sıkıntıdan Gossip Girl izliyorum da. bi de : Bu ne bohem lan. Telefonu çöpe atarak yeni bi hayata başlamalar falan. Oldu.

günler

Şimdi tatilin son demlerini yaşarken, Ankara'da sakin olabilmenin tadını çıkarmaya çalışmakta olan ben, tam da şimdi düz yazıyı daha çok sevdiğimi farkettim. Okuduğum kitap, Khaled Hosseini den Uçurtma Avcısı, az önceki doz aşımım sayesinde ağzıma sıçtı hafif hafif, ev kalabalık olmasa hüngür hüngür ağlayacağım, gözlerime dolan yaşları geriye geriye yolluyorum oysa. Beni en çok yoran, 'ileriyi planlamadan rahat edememe' özelliğimden mi kaynaklanıyor bilemiyorum ama, okuduğum şeylerin sonlarına önceden kafa yormasam, ve istemeden tahmin etmesem keşke. Öte yandan sabit el spliti kan dolaşımımı ve baş ağrım sabrımı zorlarken, aklıma sevgili doktorun 'Sık bilgisayar kullanıyor musun?' sorusu geliyor. Sırıtıyorum. 'Bilgisayar Mühendisliği okuyorum desem?' diyorum içimden,ve lanet mi okusam bu gerçeğe, yoksa mutlu mutlu gülümsesem mi, hala bilemiyorum. Şimdi midem gene üşütmüşcesine sinyaller yollarken bana, gerçekten de istemiyorum bunun yaşanmasını, sürekli a

..

Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi Niy geldik kaldık niye gidiyoruz bilmeden