Kayıtlar

Ocak, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

atlas pasajı

İstanbul'dayım, yaramadı havası. Çok soğuk, rüzgarlı, hasta olmakla olmamak arasındaki ince çizgide sallana sallana yürüyorum. Aileyle gelince çok aşırı bir şey beklememek lazım İstanbul'dan tabi, ama çok güzel şehir be, yamuk yumuk binaları, saatler süren yolculuklarına rağmen baya güzel şehir. Sanki İstanbul bir insanın gençliğiymiş de, karmakarışık, kararsız, düzenli, ama heycanlı, hareketli, Ankara da yaşlılığıymış gibi. Sakin, düzenli, monoton, sıradan, alışılmış.. Yaşlılık demişken, anneme baktıkça üzülüyorum, üzüldükçe kendimi düşünüyorum, üzüldüğüme üzülüyorum, anlaşamayışımıza, yılların getirdiği farklılıklara, ve yılların getirdiği yaşlılığa.. Ama yapacak bir şey yok. Üzüle üzüle büyüyeceğiz, değil mi? Burada hem iyiyim hem kötü. Daha doğrusu burada değil, 'bu aralar' olacak da, neyse. O kadar yorgunum ki şu an tatlı tatlı uykum geliyor sıcağı yiyince. Notlarım belli oldu, hem güzel, hem değil, insanoğlu doyumsuz. Bir yönetmen seçip de filmlerini izlemek gibi

istasyon insanları

Hepimiz aynı yerden başlamıştık aslında. Ve çocuktuk, sorgulamıyorduk öyle çok kriterimiz yoktu. Ne kolaydı arkadaş olmak çocukken. Oysa şimdi, herkes o kadar farklı, o kadar ayrı dünyaların insanı ki, belki de buluşabilmemiz bile büyük bir başarı... Fikirler, statüler, her detay, bağıra bağıra "farklıyız biz!" diyor. Boşvermek lazım herhalde.. Olduğu kadar demek gerekli. Ama şimdi arana mesafe giren o kişi de daha önce şimdiki diğerleri gibi çok yakındı sana. Ne garantisi var ki elindekilerin. Kim kesinlikle emin olarak söyleyebilir ki şimdiki en yakınının bir yabancıya dönüşmeyeceğini.. Eskiden ağlamak sanırım sevdiğim bir şeydi ki, gelince koyverirdim yaşları. Koymazdı bana koyvermek. Şimdi.. Şimdi geriye geriye ittiriyorum. Hangisi doğru olan ki? Bilmiyorum. Koyvermek koyuyor ama artık, onu biliyorum.

everything is everything

Uf! Bu insan bünyesi ne acayip! 2 gün önce iyisin, dün iyisin, 5 dk önce iyisin, ama şimdi ağlamak üzeresin! Ne acayip, ne garip, pof! Nerden çıktı bir bilsem, istemiyorum ki ağlamak! Pms durumun da suçu var tabi bu işte ama, sırf ona da atamayız ya suçu, yaklaşık 9 buçuk saat sonra Belçika' ya doğru kalkacak bir uçak var, değil mi... Entre dos aguas mı işledi bütün gün yavaş yavaş içime, bilemedim ki... Of, of, of... Daha yeni yeni anlıyorum, ağlamak istemiyorum, yaslanacak omuzum giderken, yaslanacak omuzum yokken ağlamak istemiyorum. Güçlü olmak istiyorum, etkilenmemek istiyorum.. Gidin gözümden yaşlar..

laf olsun diye değil. samimiyim.

Arabesk kaçabilir yazım biraz, onu da şu anda loop ta bir ebru gündeş şarkısının varlığına veriniz lütfen. İnsan yapıyor arada bazen böyle ne yapacağını bilemeyip hüzünlendiğinde. Buraya yazılacak üç beş cümleyle ifade etmeye çalışmak şu anki hislerime hakaret gibi dursa da başladım bile, türk filmi sendromuna bağladım bağlayacağım, hani esas kız kanser olur da sevgilisini daha çok üzmemek için onu terkeder, sonra ücra bir köşede sessizce ölümü bekler, sonra esas oğlan olayın farkına varır ve sarılıp ağlarlar falan, filan.. az kaldı, evde mi otursam diyorum 5-6 gün. (yok, yapmayacağım, elimden geldiğince taşınacağım korkma.) Gidersin, gidiyorsun, zaten gittiğinde şaşkınlıktan , heyecandan, etrafındaki yeni dünyanın biraz hızlı dönmesinin sarhoşluğundan, su gibi geçecek ilk bir ayın falan, bir sürlü komik, acı, tatlı anıyla dolduracaksın ceplerini. Farketmeyeceksin bile yokluğumuzu :) hızlı hızlı geçecek günler, hızlı ve bir o kadar da güzel. sonra alıştıkça oraya, ileriki aylarda yani

We have a greed, with which we have agreed...

Pinhani çalarken bir huzur geliveriyor.. Aslında şarkılar hüzünlü, çok kederli, çok mutsuz, çoğu zaman umutsuz, ama bir huzur gelip oturuyor işte insanın içine. Bir kelime yakalayıp seni götürüp atıyor uzak bir yere. Sen oradan dönene kadar şarkı bitiyor belki de... Gariplikler yazınca düzelmiyorlar, düşününce de düzelmiyorlar, gariplikler hep garip kalıyorlar. Gariplikler beni buluyorlar. Belki de gidip ortalarında duran benim. Tek bildiğim, gariplikler beni seviyorlar, çelişkiler, enteresan durumlar, adeta yeni fikirlere açık mıyım, açılabilir miyim diye beni sınıyorlar.. Öyle miyim peki? Daha ne kadar açık olabilirim ki, daha ne kadar yenileyebilirim kendimi ve genişletebilirim izin verdiğim şeyler listesini? Peki ya uyum süreci ne olacak, herkes benim kadar çabuk değişmiyor ki... Aş, geride bırak, bırak bunları yahu artık... Ne komik, 1 hafta önce bu sözlere olmuyor, olmuyor, yapamam ki diyen bendim, özne iken nesne olmuşum, haberim yok. Eddie Vedder - Society çalarken şimdi, Into

Bugün

İnsan ne garip varlık, dün neredeyken bugün nerede... Her gün aynı 20 kilometreyi gidip geri geldiğinde evini aynı bulsa da, kendini aynı bulmayabiliyor bazen.. Yol katediyor insan... Büyüyor camdan dışarı bakarken, üzülüyor, değişiyor, üzülüyor, camdan dışarı bakıyor, düşünüyor... Olgunlaşıyor.