Çok sıktım bu akşam kendimi ben. Anlayamadım da, çözemedim de. Kahveden nefret ederim ama, bağırmak istiyorum önüme bir bardak kahve koyup, ısıtana kadar. Bugün acı. Kahve gibi bugün. bi de: an itibariyle bir senedir yazıyorum bu blog'a. vay anasını.
Artık kendime yılda bir bloga uğradığımda önce yazılanları okumayı yasaklamam lazım! Yine dokundu yazdıklarım kendime tabi ki. Bir de bi anda bir yıl önceki snapshot'a dönmek ne garip oluyor. Ne aynı kalmış, ne değişmiş görmek insanı çok şaşırtıyor. Ne önemliymiş, ne değilmiş. Ve zaman yine ne çabuk geçmiş. Visa slavery dedim durdum ama kalıcı oturum almama 1-2 ay kaldı, süreç başladı hatta, bir randevuya gidip alması kaldı diyebilirim. İş değiştirmeyi düşünmüyordum aslında ama ona rağmen içimde bir rahatlık hissi yok desem yalan olur. Köleliğimiz bitecek mi? Çok yakında! Bu işler çok enteresan aslında, sabbatical denen bir kafa izni var burada, nam-ı diğer ücretsiz izin. Geçen sene ortaları bu zamanlar için kalıcı oturum alınca sabbatical alırım, dolaşırım, tatile giderim, yapmak istediğim diğer şeylere vakit ayırırım falan gibi kabaca bir düşüncem vardı. Sonra iş yerinde önüme bir havuç tutturdular, koşmaya başladık yine. Ücretsiz izin düşüncesi şimdilik rafa kalktı gibi ama...
Yine her zamanki gibi blog'a uğradım ve önceki yazıları okumadan, göz yaşı dökmeden geçemedim. Sonra acaba hep üzgün yazılar mı yazacağım diye düşündüm. Aslında niyetim bu değil ama dijital de olsa elime kağıt kalem alınca melankoliye boğulmadan, içime dönmeden duramıyorum sanırım. Çok bunaldığımı hissediyorum bu aralar. Kontrolü elimde olmayan bir şeyler oluyormuş ve ben sürekli sürükleniyormuşum gibi hissediyorum. Visa slavery diyorlar ya hani, buna taktım kafayı. Sanki vize köleliğim bittiği gün her şey mükemmel olacakmış gibi. Biliyorum olmayacak ama seçememek, zorunda hissetmek beni biraz yordu sanırım. Gün sayıyor gibi hissediyorum kendimi günlere odaklanmadan. Günler böyle zor geçerken öte yandan bir bakıyorum 4 sene geçmiş. Şaka maka kalkıp gelişimden bu yana 4 koca sene geçmiş ve düşünüyorum da ne çok şey değişti. Değişmeye de devam ediyor. Dursun istiyorum her şey olduğu gibi kalsın, olmuyor. Bazen kafamdan geçenleri etrafıma söylemeyi bırak kendime bile itiraf edemiy...
Bir insanın özgüveninin olmaması ne kadar kötüyse, "yersiz özgüven"i olması da inanın bana o kadar kötü. Kimseyi küçümsemek istemem ama hani "başkasının yerine utanmak" diye bir şey var ya, o çok fena bi his ya. Bu aralar da çok sık olmaya başladı bana. Televizyona çıkan abuk subuk insanlar zaten bende bu davranış biçiminin oluşmasının temel sebebi de, geçenlerde bir blog'a denk geldim, bir hatun arkadaşımız. Sonra baktım işte dünya küçük, yüksek lisanstan aşinayım kendisine ve hatun sınıftaki o sabah 8:40 dersine akşam partiye gidiyormuşçasına gelen o acayip kız. Her neyse, günlük kıyafet tarzım tadında bir yazı yayınlamış. Moda bloglarını çok seviyormuş ve bir yerlerden başlamak istiyormuş. Link veresim var durumun ne kadar vahim olduğunu görün diye ama çok iyi bir insan olduğum için veremiyorum. Şimdi modanın ne olduğunu tanımlamak lazım ama, bana sorarsanız colins'ten bir düz kot üstüne defacto'dan düz siyah bir hırka giyip, üşenmeyip fotoğrafın...
Yorumlar