Ölümle Tanışmak

Merhabalar yeniden,

Son zamanlarda, özellikle işe yürürken, metrodan çıkıp o kalabalık, herkesin olabilecek tüm kombinasyonlarda farklı yönlere koşturduğu tren istasyonundan geçtikten sonra, ancak orayı iyi bilen birinin bilebileceği bir kestirmeden, çöp kutularının ve taksilerin yanından geçerken, ölüm hakkında düşünür buluyorum kendimi.

Ölüm hakkında düşünüyorum ama depresif düşünceler değil. Daha çok ölümle tanışmam ve hayatıma dokunduğu noktalar, neler hissettiğim ve hissettiklerimin ne kadar değiştiği. Bu ve bu gibi şeyler sanki bir yazı yazarmışımcasına aklıma geliyorlar, fakat sonu hiç yok. Eğer o düşünceler bir hikaye olsalardı yani, sonu havada kalırdı hikayemin. Nereye bağlanacaklarını bilemediğimden olsa gerek. Böyle bir hikaye yazılsaydı herhalde sonu benim kendi ölümüm olurdu. Düşününce mantıksız da değil aslında.

Genelde bloga uğradığımda önceki yazdığım bir kaç yazıya takılmadan edemiyorum. Bir ritüel gibi, geliyorum, anı defterlerini bir karıştırıyorum, bazen unuttuğum hislere denk geliyorum, bazense hiç unutamadığım. Bugün yine öyle oldu. Annemden bahsetmişim son iki yazımda, sonrası sessizlik. Oysa o kadar çok söylemek istediğim şey var ki. Gözyaşı olup dökülüyorlar en beklenmedik zamanlarda, belki de en beklendik zamanlarda. Yazsam geçer mi, hafifler mi? Bilemiyorum.

Ölüm diyordum, ne doğal, ne kadar hayattan, fakat ne kadar hayata karşı. Algılarımız ne kadar farklı ve karışık, anlaşılması zor. Ölümle ilk ilkokuldayken muhabbet kuşumuz öldüğünde tanışmıştım. Babamla götürüp evin önündeki bahçeye gömmüştük. Yerini hatırlamak için bir taş koymuştum ama, unuttum gitti. Sonra o bahçenin yanından belki milyon kere geçtim, sokakta top oynarken, gece misafirlikten yarı uyur dönerken, ilk sevgilimin penceresine bakıp ne yapıyor diye düşünürken... Tam da evlerinin hizasına denk geliyordu şimdi düşününce. Onca kez geçtim oradan işte, bir kere bile bu anım aklıma gelmedi. Sonra taşındık gitti zaten. Şimdi düşünüyorum da, çok anlamamışım, çok üstünde durmamışım sanırım. Ne sorgulamışım ne de gerçekten üzülmüşüm. Ya da hep yaptığım gibi üzücü olayların ve hislerin üstüne kalın bir battaniye örtüp geçip, gitmişim.

Sonra filmler, kitaplar, çevremden insanların yakınları, siyasi figürler, tanımadığım uzak akrabalar. Ama sanki hep çemberin dışında kalmışlar.

Sonra teyzem. Şimdi düşününce farkediyorum ki bizim aileye ölüm ani gelme alışkanlığı edinmiş sanırım. Sabah işe giderken iş yerinin önünde yaya geçidinden karşıdan karşıya geçerken kırmızı ışıkta geçen bir arabanın çarpması sonucu kaybettik teyzemi. Böyle saçmasapan bir şey. Tabiri caizse kendini bir şey sanan dallamanın biri gelir, sen gidersin. Dersaneden çıkmıştım, Sıhhıye'de eve gitmek için otobüs bekliyordum, gündüz vakti babamı otobüs durağında gördüm. Allah allah, ne alaka? Babam neden işte değil? Teyzem hastahanedeymiş, oradan geliyormuş, arabasızmış, annem oradaymış, bir şeyler lazım olmuş, uzun kalmak gerekebilirmiş, babam eve gidip duş alıp eşyaları toparlayıp, arabayı da alıp geri gelmek istemiş. Peki. Birlikte eve gittik. Şimdi düşünüyorum beni neden kimse aramamıştı acaba? O zaman cep telefonum yok muydu ki? Herhalde yoktu. Babamla karşılaşmasak ne zaman nasıl öğrenecektim acaba? Babam koştur koştu duşa girdi. Ben de salak salak dolanıyorum. Babamın şu ilk çıkan kocaman ericsson'lardan  olan cep telefonuna mesaj geldi. Babam bağırdı, mesajı oku, önemli olabilir diye. Gittim yatak odasına. 2 satır ekranı var zaten telefonun. Annemden gelmiş mesaj. 2 satır ekranda 2 kelime yazıyor büyük harflerle. LEYLA'YI KAYBETTIK. Boş boş baktığımı hatırlıyorum. Anlamadım. O ilk an insan idrak edemiyor ya. Nasıl yani? 1 saniye önce ile 1 saniye sonrası bu kadar farklı olabilir mi? İnsan hakkaten idrak edemiyor. Bir inkarın içine düşüyorsun herhalde. Baba dedim, böyle yazıyor. Babam aceleyle çıktı, şaşkın değildi ama, herhalde olayın ciddiyetinin farkındaydı, bekliyordu böyle bir şeyi. Toparlandık gittik. Ne yaptık sonra? Nereye gittik? Ara ara hatıralarım var ama hepsini yazıp uzatmak istemiyorum. Çok net bir kaç şey var gözümün önünde: zar zor anneanneme söylenmesi ve anneannemin sanki oracıkta ruhu uçup gitmiş gibi hissiz, boş gözlerle yere bakarak oturmaya devam etmesi, hastahanede teyzemin teşhis edilmesi gerekmesi, babamın girip yüzünün şişliğinden, yara berelerden ve yeni boyanan saçlarından dolayı şaşırması üzerine annemin girmesi, girerken benim de girmem, ben neden giriyorum sahi, annemin dizlerinde derman kalmayıp yığılması, iki koluna giriyorlar annemin, annem ağlıyor. 

Uzun zaman bu konuyu düşündüğümü, arkadaşlarımla konuşurken ya da yeni birine açılırken hiç yakın çevrenden birini kaybettin mi diye sorduğumu hatırlıyorum. Demek ki takılmışım bu mevzuya. Üstüne kafa yormuşum. Ailemin kadınlarını çok yakından etkileyen bir olaydı. Hepimizin hayatında değişiklikler oldu bu olaydan sonra. Ben çocuk sayılırdım gerçi hala ama, oldu işte. Mezarlıklara gitmekten hiç hoşlanmaz oldum. Yüzleşmek hoşuma gitmiyordu herhalde hislerimle. Bir de uzunca bir süre teyzem bana kırgın mı gitti acaba diye düşünüp kendimi üzdüm. Çocukça didişiyordum teyzemle. Şimdi düşününce 30 yaşında aklı başında kadın ortaokuldaki çocuğa neden, niye kırılsın. Uğraşıyorduk birbirimizle. Umarım kırılmamıştır, çocuktum ya ben işteAma yine aynı çocukluktan ve sanırım bana yeni bu kavramla nasıl başa çıkacağımı bilemediğimden yüklenip durdum kendime. Yersiz de olsa bana biraz ders oldu sanki. Sivriliklerimin biraz da olsa törpülendiğini anımsıyorum. İnsanın aklı başına hep geç gelir ya. Ve aslında zamanın kıymetini ne kadar bilirsen bil, zaman hep az.

Annem de, babam da babalarını ben doğmadan önce kaybetmişlerdi. Ara ara bu konuyu merak edip sorular sorduğumu hatırlıyorum. Keşke daha çok sorsaydım. Ne hissetmiştin anne? Hayatında ne değişmişti? Nasıl başa çıkmıştın bu hisle? Şimdi olsa ne söylerdin? Bu ve bunun gibi onlarca soru. Kafama koydum, anneme soramam artık ama babamla konuşmayı planlıyorum bir sonraki Türkiye ziyaretimde. Babam da duygularını çok anlatmaz ama, çok rasyonel bir adamdır, deneyeceğiz işte.

Ey orada olmayan okuyucu, sıkıldın mı? Ben tam bu noktada bir sigara yaktım izninizle. Kederden efkardan değil. Bilinçaltım kendine kasıtlı zarar vermek istiyor ve verdiği bu zarardan anlamsız bir zevk alıyor. Acısını mı bastırmaya çalışıyor, bilmiyorum.

Türkiye'den yeni gelmiştik, aile ve arkadaşlarımızla görüştüğümüz güzel bir beş günden sonra. Hemen o hafta sonu arkadaşlarımız Londra'ya yanımıza geldiler. Önceden bir ufak Stonehenge ve Bath turu ayarlamıştık. Önceki gün anneme kahvaltı sofrasından fotoğraf yollamıştım, ne hoş demişti. İki arkadaşımızla daha buluşup tura başladık. Otobüste aklıma annem düştü, haftasonları hep görüntülü konuşurduk. Bu sefer yoldaydık, evde değildik ama. Arayayım dedim, sonra dedim ki günün ilerleyen saatlerinde daha müsait bir zamanda arayayım. Telefon düzgün çekmez, gürültü var. O an aramadım. Arasaydım ne bulacaktım bilmiyorum. Gerçekten ne bulacaktım acaba? Açılmayan bir telefon, ya da başkası tarafından açılan bir telefon. O sırada hala hayatta mıydı acaba annem? Dramatize etmek için söylemiyorum ama acaba hissetmiş miydim? Çünkü çok değil, belki yarım, belki bir saat sonra annemin ölüm haberi geldi. Allah'ın belası Stonehenge'e yeni varmıştık. İğrenç bir gündü. Sanırım hayatımın en kötü günüydü. Gerçekten. Arasaydım aklıma düştüğünde annemi ne bulacaktım, bilmiyorum. 

Demiştim ya ölüm ani gelmek gibi bir alışkanlık edinmiş herhalde bizim ailede. O gün fiziksel olarak yanımda olan insanlar, iyi ki vardılar, hiç unutabileceğimi sanmıyorum.

Sonrasını anlatmak istemiyorum pek ama, doğal olarak çok düşündüm. Hayatın anlamı neydi, ölüm neydi. Biz neden vardık ve ne yapıyorduk. Hala da düşünüyorum. Hep de düşüneceğim sanırım. Bir gün sonrasını anlatmak ve duygusal karmaşalarımdan da bahsetmek isterim, ama bugün değil. 

Ölüm böyle geldi hayatıma işte. En çok böyle yaklaştı, karıştığım trafik kazalarını saymazsak. Hani insanlarla tanışırsınız ama aslında tanımazsınız ya, annemi kaybedene kadar ölümle tanışmışım ben ama hiç tanımamışım meğer.

Annemi çok özledim. Özlemim her geçen gün artıyor. İçimde öyle bir boşluk açıldı ki, doldurmak imkansız. Ankara'da öyle bir boşluk var ki, görmemek imkansız. Annemi çok özlüyorum. 

Ve işte öyle, düşünüp duruyorum..


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

veet reklamı

Bogulmak

Dışarda Corona, Evde Corona