Gidiyorum: Neden, Nasıl 101

Merhaba,

Uzun zamandır yazmıyordum. Beni tekrar yazmaya itekleyense hayatımda olan değişiklikler oldu.

İşimden memnun değildim. Hem de işe girdiğimden beri. Kim işinden memnun ki diyenleri duyar gibiyim. Ben de uzun süre salla başı al maaşı işten çıkınca arzu ettiğin hayatı yaşa diye diye avuttum kendimi. İş yerindeki mutsuzluğum normal hayatımı etkilemesin istedim hep ama etkiledi tabi. Yine de hayatta kelebek etkisine ve karmaya inanırım. Bu sevmediğim işte geçen 3.5 sene olmasaydı, o 3.5 sene bu şekilde geçmeseydi şu an hayatımda olan güzel şeylere belki de hiç rastlamayacaktım...

Önce nerede başlayayım. Hangisinden bahsedeyim. Bodoslama gireyim. İnsanların iyi olarak değerlendirdiği bir şirkette çalışıyorum. Beyaz yakalıya merhaba deyin. İyi tarafları da var çalıştığım şirketin, yok değil allah için ama bir çok farklı şanssızlık bir araya gelince ben bu iş yerinden bir türlü memnun olamadım. İş tanımından memnun olamadım, insanlardan memnun olamadım, şirket yöneticilerinden memnun olamadım. Olamadım da olamadım. Mezun olur olmaz başladığım bu işte bir şeyler öğrenip büyüyeceğime kendine güveni olmayan kız çocuğu gibi kalakaldım resmen. Bilgisayar mühendisliğinden mezunum, işyerindeki ünvanım "Yazılım mühendisi" idi, ama ben iş tanımım gereği internette 20 sene öncesinin ekran kartını bulmaya zorlanıyor, şirketin malzeme ikmal birimi yokmuş gibi tek tek abuk subuk tedarikçilere telefonda laf anlatıyor, kasa taşıyor, eski sistemdeki virüsü temizliyor, format atıyor falandım ki delirecektim artık. Öyle bir pozisyondayım ki vaad edilen proje bir türlü başlamıyor. Ekip büyümüyor. Yazılım işine kıyısından dokunan garip bir idari konumdayım, ama yetkim de yok, ve ekip liderim bir sebepten işe gelmediği zaman ben öylece duruyorum. Böyle saçmasapan işler. Sekreter gibi hissediyorum kendimi. Bir yandan da maaşımı alıyorum ama. İnsanoğlu da rahata güzel alışıyor. Bir süre isyan ettim ettim bir şey olmadı sonra oh kebap banane babamın şirketi mi verselerdi düzgün iş dediğim de oldu. Ama insan mutsuz oluyor. En azından benim gibi bir insan. Neyse çok uzatmadan devam edeyim, yeni işe başlayan insanların yaptığı hataları da yaptım. Mesela insanları üniversitedeki insanlar gibi sanmakla başladım hatalar yapmaya. Sonra üniversitede bir şekilde gözardı edebildiğin "moron mühendis"lerle burun buruna geldim, bolca. İş yerinde denyo insan çoktu ve bu denyolara dışarıdaki hayatında olduğu gibi arkanı dönüp gidemiyordun. Güveniyordun birine sonra bir bakıyordun, yok ortada! "Karı gibi dedikodu yapma" diyen dedikoducu erkeklerle, 35 yaş üstü ergenlerle falan tanıştım. Hayatına karışmayı kendinde hak görenlerle uğraştım bolca. Bunlar sözde okumuş etmiş, iyi gelirleri olan, evli, sevgilili insanlardı. Ama 3-5 erkek bir araya gelip şirketteki top 10 kadınlar listesi yapmaya, her gün ne giymiş tartışmaya utanmıyorlardı. Bayan demeye bayılıyorlardı, naziklikten.. Birbirlerine ellerini telefon ekranlarına kapatarak NSFW şeyleri, gösterdiklerini belli ede ede ama saygısızlık yapmıyormuşçasına gösteriyorlardı mesela, ortamdasın ama sana göstermediler ya sonuçta. Salağız ya biz de anlamadık ne olduğunu. Neyse. Peki bu insanların hepsi mi deliydi manyaktı arkadaş.

E herkes deli olamaz ya, suçu kendimde aradığım da çok oldu. Etrafımda 15 yıldır , 9 yıldır, 6 yıldır bu şirkette çalışan insanlar vardı. Belki de ben uyum sağlayamıyordum bir şeylere. Kendimi de suçladım bolca evet. Kararlar aldım, bazıları uygulandı bazıları bozuldu. İşyerinde ekip değiştirdim, arkadaş değiştirdim. Olmadı. Benim de hatalarım vardır elbet, yine de hatanın çoğunu kendimde bulamıyorum şimdi. Çünkü çalışsan yalaka, çalışmasan tembel oluyordun. Günaydın desen cevap alamıyordun, demesen günaydın demiyor diye laf sokuluyordu. Herkes birbirinden anlayış bekliyor ama kimse birbirine anlayış göstermiyordu. Asosyal insanlar yönetici olmuş. Askerlik yapıyor gibi bir sene uzun kalan kendini bir şey sanmış. Ohoo hangi birini anlatayım. En son dedim asosyal olayım sessiz sessiz gelip gideyim. Zaten iş yerinden arkadaş da olmaz, kendi halimde çalışayım şu günler huzurlu geçsin işten çıkınca bakarım keyfime, dedim. O da olmadı. Baktım alay falan ediyorlar sesli sesli. Kendimi bir an lisede zannettim. Lisem çok problemli geçmişti böyle tipler yüzünden. Dışlanmaktan korktum o günleri hatırlayınca. Oynamaya başladım. Yapacak fazla bir şey yoktu. Yalandan tebessüm, laf sokulunca anlamazdan gelmeler, falan filan... Neticede benzer görünsek de o kadar farklıydım ki bu insanlardan ne izlediğim bir filmi, ne duyduğum bir şarkıyı, ne siyasi olayları, ne okuduğum enteresan bir yazıyı, hiçbir şey paylaşamıyordum. Günlük hayatının en uzun kısmını geçirdiğin yerde öğle yemeğine birileriyle gitmek yerine yalnız gitmeyi tercih eder olmak nasıl bir his eminim bir çoğunuz biliyorsunuzdur. Söylediklerim uzayda kayboluyordu. Kendimi övmek için söylemiyorum. Farklıydık işte. Ama bir şeyler öğreneceğin bir şeyler paylaşacağın birinin olmaması kötü etrafında. Samimi olman gerekmiyor. İş çıkışı bir bira ihtimalini bırakalı çok oldu. 5-10 dk keyifli bir muhabbet edebilmek için yağmur duasına çıkacağım. Resmen böyle durumda kala kala asosyal oldum ben de. Konuşasım gelmiyor iş yerinde yeni biriyle. Önyargılarım onun için default zaman kaybı diyor. Çoğu da öyle hakkaten istisnalar olsa da.  

İşinden memnun olmama ama yerine bir şey koyamama bocalaması içinde sabahları asık suratla gelip çıkış saatini iple çektiğim ve bu konuda yaptığım tek şeyin söylenmek olduğu zamanlarda insanlar haklıydı "amie, madem bu kadar mutsuzsun bu işten, değiştirmek için bir şeyler yap" derken. Haklılardı. Ama basiretimin bağlanması sadece korkudan değildi. Ne yapacağımı bilemiyordum. Maaş da değildi derdim. Biraz daha az olsundu maaşım ama huzurlu olsundu, bana bir şey katsındı, günüm güzel geçsindi. Yine de bilemiyordum ki ya gittiğim yer de bunun gibi olursa, her şeye sıfırdan başlarsam, yok yere? Riski almam lazımdı da, ne zaman ve nasıl. Bu bir her şeyi bıraktım ve garsonluğa başladım çok mutluyum yazısı değil. Sadece içimdekilerin bir kısmını döküyorum.

Artık ama bahane ama gerçekten gerekli, beklenen tüm süreçler dolmuştu ve bu işten ayrılmam gerek moduna gelmiştim. Hatta Ankara'da iyi diye duyduğum bir şirkete de başvurdum o sırada. Ne olursa olsun modunda.

Sonra önüme dünyaca bilinen iyi bir şirketten bir fırsat çıkıverdi. Ankara'dan ötesine gitmem ben burada yaşayacağım derken, Londra'ya gidiyorum şimdi. Hislerim çok karışık. Bu anlattığım iş yerinde bu hafta dahil son 2 haftam kaldı. Kurtuluyorum hepsinden. Umut ediyorum güzel olacak. Umutsuz olmaz. Almam lazım bu riski. Bu yazıyı yazmaya niye başladım peki diye bir düşündüm, baya dağıtmışım çünkü. Geleceğim oraya da. Ama zemini biraz anlatmam lazım. Sadece iş yeri değil ülke de değiştiriyorum ya şimdi, işler daha karışık hal aldı. Çünkü sanırım bu ülkeyle ilgili tüm hayal kırıklıklarımı bir kenara bırakıyorum da, yerel seçimlerdeki hayal kırıklığını, sürüklendiğim umutsuzluğu hiç unutamayacağım. Gezi parkı eylemlerinde başımıza bir şey gelme pahasına çıktığımız meydanlardan, derin bir apolitikliğe yol almaktayım. Çünkü yoruldum. Çünkü bıktım. Çünkü baya üzülüyorum. Elimde değil. Sakin sakin sessizce geriden yine hep takip ettim de çok girmedim işin içine. Sonra Özgecan öldü. Özgecan'ın öldüğünü duyduğum gece ekşisözlük'te bir başlığa takıldım, sabaha kadar o başlığı okudum. Ağladım. İçim sıkıştı resmen. Bu ülkede yaşamaktan daha zor bir şey varsa o da bu ülkede kadın olarak yaşamaktı. Olay bir tecavüzden daha büyüktü. Bir zihniyetti savaşmaya çalıştığımız, ama çoktan kabullendiğimiz. Tacize uğramayan arkadaşım yoktu, ben de tacize uğramıştım. Sonra ne olmuştu, hiç. Sen bununla yaşamayı öğreniyorsun. Ülkenin neresini tutsan elinde kalıyordu. Uykusuz ne güzel çizmişti, bok içinde kaldı ülke, çıkın da yıkayayım, diye.. Olaylar mideni zaten bulandırıyor, bir de altındaki yorumlar yok mu. Hadi o isimsiz yorumları geçtim. Facebook'ta arkadaş olduğun, yolunun bir şekilde kesiştiği okumuş etmiş insanların paylaştıkları durum bildirimleri çok mu farklıydı sanki? İş yerindekilerin duyarsızlığı ya da yaptıkları yorumlar...

Bu bir nefret ediyorum ülkemi terkediyorum yazısı değil. Sadece içimdekilerin bir kısmını döküyorum.

Tüm bu ahval ve şerait içinde ben iş ve ülke değiştiriyorum şimdi. Dolayısıyla hislerim çok karışık. İş yerinde aa gidiyormuşsun diye yanıma gelenler oluyor.  İşbu yazıyı bana yazdıran da onlar oldu. Başta seviniyorsun ilgilendiklerine. Sonra canını sıkıyorlar. En çok sordukları soruları top 5 yaptım ben de. Bu sorulara olan kzıgınlığımı anlamanız için malum tonlamaları yapmanız gerekiyor tabii.

1. "Yalnız mı gidiyorsun?"

Evet yalnız gidiyorum. "Bayan" halimle yalnız gidiyorum. Kız başıma yalnız gidiyorum. Evlenmeden yalnız gidiyorum. YALNIZ GİDİYORUM.

2. "Ailen sorun yaratmıştır şimdi? Hem de tek kız çocuğusun?"

Yok arkadaş ailem godoş da değil senin ima ettiğin gibi ama, sorun yaratmadılar. Senin küçük beynin bunu almıyor. Senin ailenin sorun yaratıyor olması, bunu doğru, beklenen, olması gereken yapmıyor. Bakışlarını da al git!

3. "Erkek arkadaşın bu işe ne diyor?"

Valla destekliyor. Hem de en başından beri. Herhalde bana kendime inandığımdan çok inanıyor. Benim için çok iyi bir fırsat olduğunu düşünüyor ve iş bulup yanıma gelmeye çalışacak. Ama senin beklediğin cevap daha magazinel bir şeydi anlıyorum. Valla istemedi ayrıldık ile başlasam, kıskanıyor ile devam etsem, izin vermiyor ile bitirsem sen daha mutlu olacaktın ama kısmet.

4. "Yurtdışı çok pahalı değil mi? Sıkıntı çekeceksin şimdi orada, ne gerek var?"

Gittiğim şirketi duyunca en çok bu soru geliyor. Ben zaten karar vermişim. Sanki bunu düşünmedim. Sen diyince koşa koşsa gidip sözleşmeyi iptal edeceğim sanki. Kimseye kızamam kimse bulunduğu konum kötülensin istemez. Ama ben giderek, orayı tercih ederek kötülemiş oluyorum onların gözünde herhalde. O yüzden saldıracak, seni rahatsız edecek bir şeyler demeye çalışıyorlar. Ne gerek varmış, her şeyin en iyisini sen mi biliyorsun arkadaş?

5. "Maaşın ne?" 

Sen bir günaydını, selamı zor verirken ben sana maaş söyleyeceğim. Çünkü kendinde böyle bir hak görüyorsun. Çünkü sen maaşımı kendinle kıyaslayacak ve bok gibi la gittiği yer ben iyi ki de buradayım demek için kendine bahane bulacaksın. Sanane diyorum sana kısaca. Az da olsa, fazla da olsa sanane. Az görsen ay kuş gibiymiş çok bulsan o şirket için de şöyle böyle diyorlar diyeceksin. İlla bir şey diyeceksin. 


Ben bir dine inanmadım, inanamadım. İyi insan olmaya inandım hep. Memleketi de sevdim. Her falsosuna rağmen. Şartlarım gereği biraz izole yaşadığım da doğrudur. Şanslıymışım. Kafamı çok toplayamadan bir şeyler yazdım ama, anlatabildim mi bilemiyorum...


Herkese her şeye karışan adam/kadın, duyunca

            İyi şanslar, her şey gönlünce olsun!

desen bok var!

Ama neyse, kurtuluyorum senden ve senin garip zihniyetinden.






Yorumlar

sedaaağ dedi ki…
tam gitmekle ilgili biseyler yazacaktim ki bunu gordum, insanlar birseylere karar verdiginde tek aklima gelen soru zorunluluk mu, secim mi olur. bazen sorarim bazen susarim ama icimden gelen tek bisey vardir aslinda bu bir degisim ve ne olursa olsun aslinda guzel olacaktir, yasadigini bir kez daha hissettirecektir. ve insanlara aslinda sadece sans dilemek duser diye bilir soylerim. bol sans=)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sol Baştan Say

Domates Biber Patlıcan

özgüven ve başkasının yerine utanmak